Duyguları Bastırma Yoksayma
Çocukluklarında suistimal edilen çocuklar, gerçek duygularını muazzam bir şekilde bastırarak ve onlardan uzaklaşarak, Anne babalarını sevemezler ve onlara hürmet edemezler. Çünkü bilinçdışında hala onlardan korkuyorlardır. Ancak ne kadar isteseler de, rahat ve güvene dayalı bir ilişki kuramazlar.
Onun yerine, gerçekleşen şey hastalıklı bir bağlanma, pek de gerçek sevgi olmayan, korku ve görev duygusunun karışımıdır, bir görüntüden ibarettir. Ayrıca, çocukluğunda suistimal edilen insanlar, genellikle hayatları boyunca, bir gün o mahrum bırakıldıkları sevgiyi yaşayacaklarını umarlar. Bu beklentiler, ebeveynlerine olan bağlılıklarını pekiştirir, bu bağlılığa dinde “sevgi” denir ve bir erdem gibi görünür.
Ne yazık ki, terapilerin çoğunda aynı şey olur, çünkü hala geleneksel ahlakın hakimiyeti altındadır. Bu ahlakın bedelini beden öder.
Hissetmeleri gerekeni hissettiğine inanan ve hissetmeyi kendilerine yasakladıkları duyguları hissetmemek için ellerinden geleni yapan bireyler, sonunda hastalanırlar. Yani, kabullenemedikleri duyguları çocuklarına yansıtarak faturayı onlara ödetirler.
Ne var ki, normal çocukların canavarlara dönüşmesine katkıda bulunan çocukluk örüntülerini, istismarı ve aşağılanmayı sorgulamak, hala toplumun ihmal ettiği bir meseledir.
Öfke ve hiddet duygularını kendilerine yönelten ve bu sebepten ötürü hastalanan bu canavarların ve insanların tek bir ortak noktaları vardır: Bir zamanlar kendilerine çok ağır biçimde kötü davranan anne babalarından gelen herhangi bir suçlamayı savuştururlar. Gördükleri muamelenin kendilerine ne yaptığını, bundan ne kadar çektiklerini bilemezler. Her şeyden önce bilmek istemezler. Bunu faydalı bir şey, kendi iyilikleri için yapılmış birşey olarak görürler.
Kendi kendine terapi kılavuzları ve terapiyle ilgili kapsamlı literatür, aynı hikayeyi anlatır. Kesinlikle, çocuğun tarafında olan yazarlarla nadiren karşılaşırız. Okurlara kurban rolünden çıkmaları, hayatlarında kötü giden şeyler için başkalarını suçlamayı bırakmaları, kendilerine karşı dürüst olmaları tavsiye edilir. Kendilerini geçmişten kurtarmalarının ve anne babalarıyla iyi bir ilişki sürdürmelerinin tek yolunun bu olduğu söylenir.
Bence böylesi bir tavsiye, zehirli pedagojinin ve geleneksel ahlakın çelişkilerini içerir. Çok tehlikelidir de, çünkü bir zamanlar kurban olan kişileri, karmaşa ve ahlaki belirsizlik içinde bırakma olasılığı yüksektir. Böylece sözkonusu bireyler, bütün hayatları boyunca gerçek yetişkinliğe asla erişemeyebilirler.
Yetişkinlik, hakikati artık inkar etmemektir; bastırılmış acıları hissetmek, bedenin duygu seviyesinde hatırladığı hikayeyi bilinçli olarak kabul etmek ve bastırmak yerine o hikayeyi birleştirmek demektir. Ebeveynlerle temasın gerçekten sürdürülüp sürdürülemeyeceği, her bir vakanın koşullarına bağlı olacaktır. Kesinlikle şart olan, çocukluktaki “içselleştirilmiş” ebeveynlere karşı duyulan zararlı bağlılığın sona erdirilmesidir. Bu bağlılığa sevgi desek de, aslında bu adı kesinlikle haketmez. Minnet, merhamet, beklenti, inkar, yanılsama, itaat, korku ve ceza beklentisi gibi farklı öğelerden yapılmıştır.
Kendime defalarca sordum; terapi neden bazıları için işe yarıyor da bazıları yıllarca süren analize ya da terapiye rağmen, belirtilerin mahkumu olmayı sürdürüyor.
İncelediğim her bir vakada, insanların kendi hikayelerini keşfetmelerini ve ebeveynlerinin davranışlarına karşı duydukları öfkeyi özgürce ifade edebilmelerini sağlayan terapi ve yoldaşlık türünü buldukları zaman, kötü muamele gören çocuğun yıkıcı bağlılığından kendilerini kurtarabildiklerini gördüm. Yetişkin olarak hayatlarını kendi ellerine alabilmişlerdi.
Ve ebeveynlerinden nefret etmeleri gerekmiyordu. (MILLER)
Bunun tam tersi, affetmenin iyileştirici ve şifa verici bir etkisinin olabileceğine inanan terapistlerinin kendilerine affetmeyi ve unutmayı tembih ettiği insanlarda görülüyordu.
Anne babalarını sevdiklerine inanan, aslında içselleştirdikleri ebeveynlerinin hayatları boyunca kendilerini idare etmesine izin veren ve sonunda erken ölüme sebep olan bir hastalık yaşayan küçük çocuklar olarak hapsolmuşlardı. Böylesi bir bağlılık, bastırılmasına rağmen, “canlı olan bir nefreti “ besler ve öfkelerini masum insanlara yöneltmelerine sebep olur. Tamamıyla güçsüz hissettiğimiz sürece yalnızca nefret ederiz.
Duyguları bastırma yoksayma; aslında yaşamı sürdürebilmek için kullanılan savunma mekanizmalarıdır. Yapılması gereken, kişiye önceki yaşantıları ile şu anki kendi kişilik yapılanması, savunma mekanizmaları ile ilgili farkındalık kazandırmak; duygularını özgür ifade etmesi yönünde geliştirmek ve savunma mekanizmaları yerine koyabileceklerini öğretmek olacaktır.
Sevgiyle Kalın
Kürşat Şahin YILDIRIMER
Uzman Sosyolog Terapist
Yorumlar
Yorum Gönder