ACIYI ÖFKEYİ BASTIRMAK

Bir insana sapıklığının başka bir toplumda sorun olmayacağını, çünkü içinde yaşadığımız toplumun hasta olduğunu, kişileri kısıtladığını ve onları belli davranışlara zorladığını söylediğimiz zaman, bu sözlerimiz ona fazla bir yarar sağlamayacaktır.

Bu insan, tarihe geçebilecek eşsiz bir varlık olması hâlinde bile kendini ihmale uğramış, yanlış anlaşılmış hissedecek ve gerçek trajedisi bizim bu “yorumumuzla” küçümsenmiş olacaktır.

Çünkü bir sapıklığı olan bu insanda anlamamız gereken, onun yineleme zorlantısında kendini dışa vuran kişisel öyküsüdür...

Bu öykünün belirlenmesinde kuşkusuz toplumsal baskıların da önemli bir payı olmuştur. Ancak bu toplumsal öğeler kişinin ruhunda soyut bilgiler olarak yer almazlar; yaşamın ilk yıllarında çocuğun ana/babası ile ilgili güçlü duygusal yaşantıları aracılığı ile çocuğun “ruhuna işleyerek” etkin olurlar.

Dolayısıyla bunları açıklamalarla çözüp ortadan kaldıramayız; ortadan kaldırılmaları yine yaşantılar yoluyla ve yetişkin kişiyi düzeltmeyi amaçlayan yaşantılar ile de değil, ancak çoçuğun erken yaşlarda duyduğu, sevdiği “ana/baba tarafından aşağılanma” korkusuna ve bunu izleyen kırkınlığına, yasına ilişkin yaşantılarla sağlanabilir. 

Sözlerden başka bir şey içermeyen girişimler -çok isabetli yorumlar olmaları hâlinde bile- bilişsel düzeydeki spekülasyonlarla bedende saklı bilgiler arasındaki ayrılığı ortadan kaldırmaz ve belki daha da derinleştirir.

Bunun için örneğin bir uyuşturucu bağımlısını bağımlılığının hasta topluma gösterdiği bir tepki olduğunu ona söyleyerek bağımlılığından kurtarmak pek mümkün değildir. Bağımlı kişi bu tür açıklamaları seve seve kabullenir ve bunlara inanmak ister, çünkü bunlara inandığı zaman gerçekle ve onun vereceği acılarla yüz yüze gelmesine gerek kalmayacaktır...

Fakat gerçeği ve olayların içyüzünü bildiğimiz zaman hasta olmayız; kızar, küser, çaresizlikler içinde kıvranır, yas tutar ve bu duyguları özgürce yaşayabildiğimiz için de onları yapımızda sindirip kabulleniriz.

Bizi hasta eden bilincine varmadığımız, varlığından ve kaynağından haberdar olmadığımız olgular ve olaylardır..

Toplumun ana/babalarımızın gözleri, bu gözlerdeki bakışları aracılığıyla içimize işleyen, daha sonra okumayla, eğitimle üzerimizden atamadığımız zorlamalarıdır; ana/babalarımızın etkisi altında oldukları ve bize yaptıkları kötü muamelelerde dışa vurdukları zorlantıları ve sapıklıkları ile ilgili bilinç dışı anılarımızdır...

Bunu başka türlü ifade edelim: Terapi için başvuran kişilerin çoğu, gayet zeki insanlardır ve gazetelerde kitaplarda silahlanma yarışı, gezegenimizin sömürülüşü, diplomasinin ikiyüzlülüğü ve yalancılığı, gücü elinde tutanların manipülasyonu ve küstahlığı, zayıfların mecburi uyumu, kişinin tek başına birey olarak çaresizliği ile ilgili konuları okur, bütün bunlarda içerilen anlamsızlığı ve çelişkileri görür ve düşünceler üretirler.

Fakat göremedikleri -çünkü ilk yaşlarda bunları görebilmeleri olanaksızdır- ana/babalarının kendileri daha çok küçükken sergilediği anlamsız, ters, çelişkili davranışlardır. 

Çocuk o yaşlarda acısını ve öfkesini bastırarak yok saymak zorunda olduğu için ana/babanın bu tür davranışları hatırlanmaz... Fakat bilinç dışına itilen duygular yüzeye çıkabildiği ve duygularla geçmişteki olgu ve olaylar arasında ilişkiler kurulabildiği anda bir dönüm noktasına gelinir.

Bir zamanlar etkileşimleri ve ana/babanın bunlarla dışa vurdukları zorlamalar giderek daha açık bir şekilde ortaya çıkar.

Kişinin -özgürlükleri çiğnenerek- uyuma zorlanması bürolarda, fabrikalarda, siyasi partiler içinde başlamaz; bu daha yaşamın ilk haftalarında başlayan bir süreçtir. Zorlayıcı baskılar daha sonra bilinç dışına itilir ve burada -ruhsal yapımız gereği- yaşam boyunca hiçbir sorgulamanın ve tartışmanın ulaşamayacağı biçimde sabit ve değişmez olarak saklı kalır...

Kişi artık bağımlı, uyum göstermeye hazır bir insan olur ve başta ana/babaya gösterilen uyum ve bağımlılık, sonraları başka kişilere ve durumlara da aktarılır. Öyle ki objeler değişebilmekle birlikte davranışın özünde bir değişme olmaz. 

Bilincin ötesinde zaman boyutu yoktur, bu âlemde her şey zamansız, olduğu gibi ve değişmez olarak sürüp gider, bilinçlenme değişime götüren yönde atılan ilk adımdır.

Günümüzde koruyucu ruh sağlığı kavramı çok önem kazandı. Artık sorunlar ortaya çıkmadan ruh sağlığını koruma amaçlı  pekçok çalışma mevcut.
Ortaya çıkan sorunların da çözümü mümkün mutlaka. Bu sorunların çözümünde yararlanılan teknikler içinde EMDR yaklaşımı çok önemli bir yere sahip.

Rahatsızlık verici olaylar beyinde izole olmuş bir anı ağında depolanabilir. Bu durum kişinin psikolojik olarak sağlıklı olmasını engeller. Eski malzeme defalarca tetiklenir durur. Bu durumu çözmek için ihtiyacınız olan bilgi beynin başka bir yerinde, başka bir ağdır.

Balıkçıların hayatlarının yarısını karada geçirmesinin sebebi ağ temizlemesidir.
Nereye atılırsa atılsınlar, ağ gözlerini tıkayan her türlü atık, döküntü ve balçık toplanır ve deniz yosunları ağ iplerinin her yanına dolanır. Bunlar zamanla ağı aşındırarak delikler ve sızıntıya neden olan açıklıkları oluşturur. Müdahale edilmediği takdirde, çok geçmeden tüm ağ kullanılmaz hale gelir.

Beyin de akson ve sinapslardan oluşmuş bir ağdır ve düşünce okyanusuna atıldıkça ne yazık ki hasar ve aşınmaya maruz kalır. 

EMDR “Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işlenme”ye başlandığında  bu iki ağ birbirine bağlanıp, yeni bilgi zihne girip eski sorunlar çözülebilmektedir.

Sevgiyle Kalın 

Uzman Sosyolog Terapist
Kürşat Şahin YILDIRIMER
0532 603 30 06

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bilinç Öncesi ve Bilinç Dışı Nedir

Davranış Kalıpları

Evlilikte cinsel yaşantımızı gölgeleyen sorunlar