İçimizdeki Ben

Jung psikolojisinin temel düşüncelerinden biri, bireyleşme kavramıdır. 

Bireyleşme, bir kişinin zamanla giderek gelişip Tanrı’nın istediği özelliklerde bir birey olmasına kadar, yaşamı boyunca geçirdiği süreçtir.

Bireyleşme, kişinin aşamalarla kendi bilincini genişletmesini ve kapasitesi büyüyen bilincin, kendi bütününü yansıtabilmesini gerektirir. Ego, bilincin merkezi sayılır. Her birimizin içindeki ‘’ben’’ , bilinçli olarak tanınmamızı sağlayan parçamızdır. Kişiliğin bütününe ‘’ben’’ (nefs) adı verilir. 

‘’Ben’’imiz, başlangıcımızdan itibaren içimizde bulunur ve yaşamımız boyunca, egomuz aracılığıyla tanınmak ve anlatılmak isteyen gizli kişiliğimizi oluşturur.

Bireyleşme süreci, bireyi çok karmaşık psikolojik ve tinsel sorunlarla yüz yüze getirir. Bu çetin sorunlardan biri, kendi benliğimizin karanlık, istenmeyen ve tehlikeli yanı olan gölgeyle(1) uzlaşma zorunluluğumuzdur.

Bu gölge, bilinçli davranışlarımız ve ideallerimizle sürekli bir çekişme içindedir; ama bütün olabilmemiz için bir yolunu bulup onunla uzlaşmamız gerekir. Gölge kişiliğin dışlanması, kişiliğin yapısında bölünmeye ve bilinçle bilinçdışı arasında bir düşmanlık durumunun oluşmasına yol açar.

Gölge kişiliği kabullenmek ve onunla bütünleşmek, her zaman güç ve acılıdır; ama sonuçta, başka türlü erişilmesi mümkün olmayan bir denge ve birlik sağlar.

Daha güç olanı, bir erkeğin kendi benliğinde var olan bilinçdışı dişi öğeyi, kadının da kendi benliğindeki bilinçdışı erkek öğeyi kabullenmesidir.

Jung’un psikolojiye en önemli katkılarından biri, her insanın çift eşeyli olduğunun, yani hem erkek hem de dişi öğelere sahip bulunduğunu kanıtlamasıdır;(2) ama bir erkek genel olarak kendini erkek yanıyla tanıtır, dişilik yanını astar gibi içine giyer. Kadın ise bunun tersini yapar.

Jung, erkeğin içinde saklı bulunan kadını anima(3), kadının içindeki erkeği de animus(4) diye adlandırır.

Erkek, bünyesinde bir kadın öğeye yer vermede çok büyük güçlüklerle karşılaşır. Eğer bunu başaramazsa içindeki ‘’ben’’in tüm gizine erişmeyi umamaz. 

Günümüzde koruyucu ruh sağlığı kavramı çok önem kazandı. Artık sorunlar ortaya çıkmadan ruh sağlığını koruma amaçlı  pekçok çalışma mevcut.
Ortaya çıkan sorunların da çözümü mümkün mutlaka. Bu sorunların çözümünde yararlanılan teknikler içinde EMDR yaklaşımı çok önemli bir yere sahip.

Hangi sorunlar için etkili bir yöntemdir ?

EMDR, dünyada çok sayıda psikolojik sorunda uygulanmaktadır.
Panikatak, korkular, kaygılar ( sınav, sosyal kaygı, performans kaygısı ) , aile, eş ilişki problemleri, takıntılı davranış ya da düşünceler, uyku ve  yemebozuklukları, depresyon, yas, travma sonrası stres problemleri, cinselsorunlar gibi problemler, EMDR’nin  çalışma  alanlarıdır.

Genellikle 2-3 seanstan sonra amaçlanan hedeflere  ne kadar sürede ulaşılabileceği ile ilgili terapistin bir öngörüsü oluşabilir.

Bazen 5-10 seansta sorunlar çözülürken,  kişilik bozukluğu gibi geniş çalışma yapılması gereken vakalarda bu çalışma uzayabilir.

Bu yöntem neden tercih edilmelidir?

Genelde travmatik bir şey olduğunda, bu, sinir sistemimde orijinal resim, sesler, düşünceler ve duygularla birlikte hapsolur. Deneyim orada kilitli olduğundan hatırlatıcı bir şey ortaya çıktığında yeniden tetiklenmeye devam eder.
Bu, kontrol edemiyor gibi göründüğümüz pek çok rahatsızlık, korku ve çaresizlik gibi olumsuz duyguların temelini oluşturuyor olabilir. Bunlar aslında geçmiş tecrübeyle bağlantılı duyguların tetiklenmesidir.

Rahatsızlık verici olaylar beyinde izole olmuş bir anı ağında depolanabilir. Bu durum kişinin psikolojik olarak sağlıklı olmasını engeller. Eski malzeme defalarca tetiklenir durur. Bu durumu çözmek için ihtiyacınız olan bilgi beynin başka bir yerinde, başka bir ağdır.

Balıkçıların hayatlarının yarısını karada geçirmesinin sebebi ağ temizlemesidir.
Nereye atılırsa atılsınlar, ağ gözlerini tıkayan her türlü atık, döküntü ve balçık toplanır ve deniz yosunları ağ iplerinin her yanına dolanır. Bunlar zamanla ağı aşındırarak delikler ve sızıntıya neden olan açıklıkları oluşturur. Müdahale edilmediği takdirde, çok geçmeden tüm ağ kullanılmaz hale gelir.

Beyin de akson ve sinapslardan oluşmuş bir ağdır ve düşünce okyanusuna atıldıkça ne yazık ki hasar ve aşınmaya maruz kalır. 

EMDR “Göz hareketleriyle duyarsızlaştırma ve yeniden işlenme”ye başlandığında  bu iki ağ birbirine bağlanıp, yeni bilgi zihne girip eski sorunlar çözülebilmektedir.

Sevgiyle Kalın

Uzman Sosyolog Terapist
Kürşat Şahin YILDIRIMER
0532 603 30 06


DİP NOTLAR.
1: Gölge, Jung’a göre ruhsal bütünlüğümüzün görünmez ama ayrılmaz bir parçası olan  ‘’diğer yanımızı’’ , ‘’karanlık kardeşimizi’’ sembolize eden bir akretiptir. Jung’a göre iki tür gölge vardır. 
Birincisi kişisel gölge diye tanımladığı kişinin yaşamının başlangıcından itibaren yaşanmamış olarak kalan ya da sadece güç bela yaşanan ruhsal özellikleri içerir.
İkincisi ise, kolektif gölgedir. Bu kolektif bilinçdışının diğer figürleriyle birlikte yer alır. Yani kişinin ruhsallığında hüküm süren özelliklerin arkasını, onun gizli antitezini simgeler. Bu iki türde insan ruhsallığında kol kola vermişlerdir.u

2: İnsan hücresinde 23 çift kromozom bulunduğu, kadınlarda bunların hepsinin eş, erkeklerde ise 22’nin eş sadece 23’cü çift kromozomunun birbirinden farklı olduğu.

3: Anima, Latince’de soluk, yaşam ilkesi, bedeni olmayan ruh, varlık. Jung’a göre erkeğin dişil ilk örneği.

4: Animus, Latincede ruh, düşünce, istenç, vicdan. Jung’a göre kadının eril ilk örneği.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bilinç Öncesi ve Bilinç Dışı Nedir

Davranış Kalıpları

Evlilikte cinsel yaşantımızı gölgeleyen sorunlar