Sert bilinen Türk erkeği, aslında, annesiyle uzlaşmaya çalışan bir ''ön-insan'' hüviyetindedir

 


Türkiye'de çocukların temel büyüme ortamının ''kadınlar topluluğu''na bağlıdır.


İnsanın ve insanlığın tarihi, MUTLAK BİLİNÇSİZLİK kutubundan, MUTLAK BİLİNÇ kutbuna yönelişin hikâyesidir.
    Benlik bilincinin temsilcisi olan erkeksi bilinç, Biz'lik bilincinin temsilcisi olan kadınsı bilinç ile MUTLAK BİLİNÇ'te bütünleşir.

Dünya Semboller Biliminde, bilinç öncesini iafade eden öğeler, anne-kadın-doğaya ait öğelerdir.

İnsanın kendisini doğuran, besleyen, koruyan anne-doğa'dan ayrışmış; onun himayesinde, doğa güçleri tarafından sürüklenmekte olduğu dönem, bilinçsizlil, bilinçdışılık dönemdir.

ANACILIK'ın baskın olduğu bilinçsizlik dönemi insanı, bir ön-insan-çocuk hüviyetindedir.

Türkiye'de halk arasında ana kuzusu olarak tanımlanan bu dönem, evrenseldir.

Her insan ve her kültür, kadınsı ilkenin, ANACILIK'ın bireyin kişilik yapısında belirleyici olduğu gelişim döneminden geçer.

İnsanın-insanlığın bireyselleşmesi, kişinin kendisini ön-insan-çocuk dönemindeki tek referans kişisi olan anne-doğadan ayrıştırması, anne-doğayı sınırlaması, anne-doğadan farklı olduğunu algılaması ile mümkündür.

  Bilinçlilik, anne-doğadan ayrılmış, göbek bağını kopartmışlığa karşın, yaşamı sürdürme olasılığının ilânıdır.
''Doğmak'' demek, çaba gerketirmeyen bir durumdan kendi eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmeyi gerektiren bir yaşama geçmek demektir.

Bilinç ve Bilinçlilik veri değil, kazanımlardır. Bu kazanımlar, hem bir canlı türü olarak insanın oluşumunda ve gelişiminde hem de bireysel düzeyde, insanın ruhsal doğumunda ve uslanma sürecinde yani bireysel varoluşunda, belirleyici öğelerdir.

Bireysel varoluşun, bireyselleşmenin motor eylemi Babacılık'tır.

Sağlıklı ön-insan/çocuğun kendisini anne-doğanın kurallarından kurtarması, erkeksi bilincini güçlendirmesi beklenir. Güçlenen erkeksi bilinç, doğa ve maddenin temsilcisi dişili egemenliği altına alacak, doğa-annenin inisiyatifi kaybolurken, yaratma iradesi ve hükramlık hakkı erilin eline geçecektir.
   Böylece, anne-kadın, ocağın, ailenin, kökenin, var olanın koruyucusu olarak kalırken, oğul-baba-erkek, ideallerin, fetihlerin, tektanrılı dinlerin, ideoloji ve ütopyaların taşıyıcısı sıfatıyla, yola-ufka yelken açar.

Babacılık'ta erkek elemana, onun temsil ettiği ruha, maneviyata yönelme makul bir süre içinde gerçekleşmelidir. Doğanın-bilinçdışının, teknoloji ve bilinç tarafından egemenlik altına alınması da öyle.
    Buna karşın, Babacılık dönemine geçilemediği ya da Babacılık'ın Anacılık'a göre zayıf kaldığı insanlık durumlarının varlığı bir vakıadır.

Türkiye'de, Babacılık,Anacılık'a göre zayıf kalmıştır. Türkiye'de çocukların temel büyüme ortamının ''kadınlar topluluğu''na bağlıdır.
  Çocuk günlerini; anne, bakıcı anne, teyze, komşu teyze, anneanne, babaanne, hala ile geçirmektedir. Çocuğun baba ile iletişimi anne aracılığı kurulmaktadır.

Dünyamızda değişimi sağlayan faktör, statükodan ayrışmadır, yabancılaşmadır, sıçramalardır. Her sıçrama, sıçranılan kültürden farklı bir ''kültür taslağı'' çizer.
   Sıçrama eylemi, içinden çıktığı kültürü, ortak bilinci sorgular, değişmeye zorlar. Türkiye'de yaratıcılık, açılmasına izin verilmeyen bir potansiyel olarak kaldı.

Biz'e, Biz'in beğenilerine ters düşmemeye özen gösteren Türk insanı, yeni bir şey yaratmaktansa Biz'in onayladığını idame ettirmek, Biz'in onayladığını taklit etmekle yetindi.

Sanatta, edebiyatta dünyaya yeni öneriler sunamamış olmamızın nedeni de budur.

Bilinçaltındaki hükümranlık özlemi, Türk erkeğinin eril öğeye duyduğu özlemin yansımasıdır.
   Ancak, Türk erkeğinin erkeksi öğeye, bırakıp gitmeye, ufka yelken açmaya duyduğu özlem, doğa-annenin dölyatağına dönme arzusu ile çatışmaktaydı. Doğa-annenin dölyatağına dönme arzusu bir yandan ensest eylemini kışkırtırken, diğer yandan da erkeğin kurtulmak istediği kadınsı ilke'nin, doğa-annenin, olumsuz yanlarını kendi eşine ve diğer kadınlara yansıtması ile sonuçlanır.

Türkiye'de bazı erkeklerin maço denilen tutumlarının altında yatan budur.
  Sert bilinen Türk erkeği, aslında, annesiyle uzlaşmaya çalışan bir ''ön-insan'' hüviyetindedir.

İnsanın ve insanlığın gelişim öyküsü, Bilinç'in gelişim öyküsüdür. Bireyselleşme sürecindeki insan, Bilinç'in bilinçli olmayan'dan ayrışmayı, özgürleşmeyi, güçlenmesi, zenginleşmesi evrelerinden geçer.(Alatlı)

İçimizdeki çocuk deriz, kendimizi aramak deriz, varoluşun anlamı deriz,,,
Yaşam yolumuzda; içimizdeki biz, yolculuk, değişim, dönüşüm sık kullandığımız terimler. Makaleler, kitaplar, pek çok güzel, derinliği olan sözler yazılmış çizilmiş;  yaşamın anlamı, kendini aramak kendine anlam vermek üzerine,,,

Kimi zaman hayatın akışına kapılıp işimize gücümüze odaklanıp  bu düşünceleri aklımıza dahi getirmezken, bazen içimizi derin bir his kaplar;  başlarız düşünmeye, sorular sormaya, içimizde derin sorgulamalara,,
Ya yorgunluktur  düşünceyi başlatan; ya bir yaşam olayı genellikle,,,bir kayıp, ani beklenmeyen bir durum gibi. Güven sorgulaması başlar kendine güven, bazen diğerlerine güven, yük gelir herşey bir an bize...

Olayları  algılayışımız, bu olaylar karşısındaki duygularımız nasıl farklılık gösteriyor ise;  verdiğimiz tepkiler davranışlarımız da farklılıklar barındırır. Neyi nasıl algılarsak, öyle davranıyoruz hepimiz...buna 3 D KURALI diyoruz.

Düşünce-duygu-davranış üçgeni…Düşünce duyguyu, duygu davranışı ortaya çıkarıyor bu döngüde…
Fırtına sırasında kumsaldaki taşlar gibi, kimimiz savrulup gidiyor, sürükleniyor, kimimiz daha güvenli bir yere sürükleniyor, kimimiz arada sıkışıp kalıyor, kimimiz değişiyor, dönüşüyor…

Yaşam bu işte. İçimizdeki BİZ le beraber  BİZE gelenleri karşılamak, kendini güvende hissetme çabası, sürekli değişim dönüşüm gerekliliği...

Sevgiyle Kalın

Kürşat Şahin YILDIRIMER
Uzman Sosyolog Terapist
0532 603 30 06


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Bilinç Öncesi ve Bilinç Dışı Nedir

Davranış Kalıpları

EMDR, Panik Atak ve Anksiyete İlişkisine Dair İnceleme